FİKRİ ÜRÜN YARATIMI İLE BU ÜRÜNLER ÜZERİNDEKİ HAKLARIN KORUNMASININ ÜLKEMİZ İÇİN ÖNEMİ

FİKRİ ÜRÜN YARATIMI İLE BU ÜRÜNLER ÜZERİNDEKİ HAKLARIN KORUNMASININ ÜLKEMİZ İÇİN ÖNEMİ

FİKRİ ÜRÜN YARATIMI İLE BU ÜRÜNLER ÜZERİNDEKİ HAKLARIN KORUNMASININ ÜLKEMİZ İÇİN ÖNEMİ

Yazar : Av. M. Fatih Güçlü *[1]

I. Giriş

Ülkemizde fikri ürünler üzerindeki fikri ve sınai hak korumasına yönelik düzenlemelerin geçmişi Osmanlı İmparatorluğu dönemine dayanmasına ve 1994 yılından sonra özellikle sınai haklarla ilgili olarak yayınlanan, aynı zamanda Türk Patent ve Marka Kurumu’nu da kuran 4 adet kanun hükmünde kararnameyi müteakip üç büyük ilde özel yetkili mahkemelerin yapılandırılması ile de yoğunlaşan bir uygulamaya sahip olmasına rağmen işbu hakların ve konusunu oluşturan fikri ürünlerin ülkemiz için öneminin ayırdına, gerek toplum bünyesinde ve gerekse hukuk camiası nezdinde yeterince varılamadığı gözlemlenmektedir. Oysa yapılan eylemdeki motivasyonun gücünü veren, o eyleme duyulan anlam kat sayısının yüksekliğidir, bu sayede o eylemi yaparken katlanılacak zorlukların verdiği acı, içinde barındırdığı anlam ile katlanılabilir bir hal alır.[2]

Bugün, dördüncü sanayi devriminin, işletmeleri dolayısıyla da ülke ve toplumları ne şekilde etkilediğinin ve gelecekte nasıl etkileyeceğinin konuşulduğu, birçok işletmenin kendini bu devrime adapte etme yolunda önemli adımlar attığı, devletlerin bu devrime uygun sanayi politikalarını bünyeleri içerisine kattıkları, teknolojik gelişmenin dur durak tanımadığı bir zaman diliminde yaşamaktayız. Dijitalleşmenin hemen hemen her alanda yaygın olarak kullanıldığı, bilginin tartışılmaz en değerli kaynak olarak görüldüğü günümüzde, özellikle batılı işletmelerin mal varlıklarının büyük bir çoğunluğunu artık fiziki olmayan mal varlıklarının oluşturduğu tartışılmaz bir gerçektir.[3] Dolayısıyla fikri bir yaratım ve emek süreci sonucu oluşturulan fikri ürünler ile işbu ürünler üzerindeki hakların korunmasının ülkemiz bakımından öneminin iyi bir şekilde anlaşılması için meseleyi tarihsel veriler ışığında siyasi, toplumsal, ekonomik ve hukuki yönden de ele almak gerekmektedir. Bu sebeple bu çalışmada hukuki açıklamalar yanında bahsedilen diğer alanlar ile ilgili de açıklamalara yer verilmiş olup okuyucuya konunun önemi farklı perspektiflerle aksettirilmeye çalışılmıştır.

II. Konunun Tarihsel, Siyasi ve Sosyo Ekonomik Yönden Gelişim Çizgisi

İnsanlık tarihinde üç büyük devrim vardır; Tarım Devrimi, Sanayi Devrimi ve şu an başlangıcında olduğumuz İletişim/Bilgi devrimi. Önceden avcı toplayıcı olan toplumlar tarım devrimi ile yerleşik düzene geçmişler, dinlerin ortaya çıkışı ile de din–tarım toplumları oluşmuştur. Avcı toplayıcı ve göçebe toplumlarda sözlü yasa denen töre esastır ve töreyi koyan bir lidere ya da lider grubuna ihtiyaç vardır. Yerleşik düzene geçildiğinde dinlerin de etkisi ile yazılı kurallar oluşmaya başlamıştır, fakat orta çağa doğru yaklaştıkça dinler etkisini daha da arttırmış şeriat[4] dediğimiz dini uygulamalar yasaların yerini almıştır ve din-tarım toplumları ortaya çıkmıştır. Bu toplumlarda din ya da mezhepler bugünkü partilerin siyasi kişiliği gibidir, her yeni din ya da mezhep iktidara karşı bir tehdit oluşturmaktadır. Şeriat, toprağa ve tek tanrılı dinlere dayalı feodal imparatorlukların değerler sistemini, kurallarını yansıtır.[5] Din – Tarım toplumlarında sanayileşme öncesi hâkim ekonomik faaliyet tarımdır. Sanayi devriminden önce sanayi, evlerin dışında zanaatkarlar tarafından yapılmaktadır. Zanaatkarlar da iş ahlakının ve manevi eğitimin teşvik edildiği ve sektörün ortak sesi sayılan loncalara bağlı çalışmakta olup lonca teşkilatı ancak ustabaşılarına kendi iş yerlerini açma yetkisi veren bugünün ticaret odaları gibi o dönemin ticari teşkilatlarıdır.[6]

Daha sonraki aşama sanayi devrimi aşamasıdır ki Batı’da Fransız ihtilali ile başladığı kabul edilir. Birinci sanayi devrimi 18. yüzyılın ikinci yarısında (Özellikle İngiltere’de) tekstil sanayi ile başlamıştır. Kumaş imalatındaki yeni icatlar ile pamuk fabrikaları, evlerde ve küçük atölyelerde yapılan iplik eğirme ve dokumanın yerini almıştır. İlk sanayi devriminde su ve buhar güçleri ana enerji kaynakları olarak kullanılmıştır.[7] Sanayi devrimi ile bir önceki dönemdeki yönetici sınıf toprak ağaları, din adamları ve onların kölesi köylü halkın yerini toprak ağalarının kalıntıları olan asiller ve din adamlarının yanında yönetime el koyan sermaye sınıfı ve özgür vatandaşlığa doğru hızla yürüyen kentli işçiler ve öteki kentliler alır.[8] 19. yüzyıl Avrupa’sında sanayi devrimi, yazılı basının gelişimi ve öğretimin kurumlaşması gibi etkenlere bağlı olarak ortak dil, kültür ve değerlerin yaygınlaşmasının önü açılmıştır. Bunlar da ulus devletin oluşumunu hızlandıran etmenlerdir. Sanayi devrimi fabrika adı verilen büyük ölçekli üretim hanelerin açılmasına yol açarken imalattaki eski tarzları ortadan kaldırmıştır. Birinci ve ikinci sanayi devrimi ile birlikte bir taraftan iş bölümüne dayalı üretim derinleşirken diğer yandan da loncalar ortadan kalkmış ve işçilerin manevi meselelerinden çok maddi hak ve faydalarının korunmasını hedefleyen seküler sendikalar kurulmuştur.[9]

Üretim/montaj hattının devreye sokulması ve elektrik enerjisinin kullanılmaya başlanması ile Batılı ülkeler ikinci sanayi devrimine geçiş yapmış, elektronik ve bilgi teknolojilerinin imalat sürecini otomatikleştirmesi ve kontrol etmesi üçüncü sanayi devrimini ortaya çıkarmıştır. Günümüzde imalatta bilgi teknolojilerinin ve siber fiziksel sistemlerin (sanal gerçeklik, bulut, robot, büyük veri vb. gibi teknolojilerle) imalatı yönetir, analiz eder ve anlamlı verilere dönüştürür bir hale gelmesi neticesinde dördüncü sanayi devriminin gerçekleşmiş olduğu beyan edilmektedir.

İşte bugün ülkemizin “Gelişmiş Ülkeler” kategorisinde yer alamamasının asıl nedenini; Batı’da Rönesans sayesinde bilimsel düşüncenin gelişimi ve yaygınlaşmasının da etkisi ile 18. yüzyılın ikinci yarısında teknolojik ilerleme temelinde başlayan ve bugüne kadar dört farklı fazda etkisini sürdüren sanayi devrimini kaçırmış olması oluşturmaktadır.[10] Keza sanayileşmiş ülkeler, yeni teknolojileri içeren makinelerini yüksek katma değerle ihraç ederek -bu süreç zarfında- gelir temin etmişler, hem uzun yıllar boyunca süren “fabrika öğrenmesi” (yaparak öğrenme) ve üretim AR-GE’si birikimi elde etmişler, hem de dört safhadan oluşan sanayileşme döngüsünü az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelere nazaran önce tamamlamışlardır. Sanayileşmenin dört evresinden ilki (ithal) makine kullanımında yetkinleşme olup bu da iş gücündeki saat başına verimliliğin başlangıçta hızla artmasına sebep olmaktadır. Ancak işçilerin makineleri daha verimli kullanmayı öğrenmeleri zaman alacağından makinelerden tam olarak fayda sağlamak da zaman alacaktır. İkinci aşama teknolojinin benimsenmesi/adaptasyonu aşamasıdır. Bu aşamada (ithalatçı) ülke işletmeleri ve iş gücü sayesinde makinelerin daha verimli işletilmesi için gereken beceriler geliştirilir, yerli iş gücü makineleri tamir edebilir veya makineler için gereken servisi verebilir bir hale gelir, daha az girdiyle daha çok çıktı üretilir dolayısıyla emek verimliliği yükselmeye devam eder. Sanayileşmenin üçüncü aşamasında ise diğer ülkelerin ürettiği karmaşık ürünler – tersine mühendislik ile- taklit edilir[11], yerel markaya sahip sanayi ürünleri ortaya çıkar, üretim teknolojileri gelişir. Sanayileşme sürecindeki dördüncü ve son aşama sürekli yenilikçilik/yeni ürün gelişimi aşamasıdır. Bunlar sürekli bazda devam eden formel ya da enformel AR-GE ile veya üretim sürecindeki kademeli küçük yenilikler yoluyla gerçekleşir. Bu aşama AR-GE becerilerine sahip insan gücü gerektirir. Bu aşamadaki ülkeler ticari ürünleri olan firmalara sahiptir. Küresel rekabette ayakta kalmak için maliyeti yüksek ancak aynı zamanda belirli bir fiyatlandırma gücü sağlayan yeni ürünler geliştirmeleri gerekmektedir. Sanayi devrimini kaçırması nedeniyle ülkemiz batılı ülkelerin yaşamış olduğunu bu dört evrelik sanayileşme sürecinin bütününü tamamlayamamış olup ithal ekipmanla sanayileşmiş, sanayi ürünlerini bu makineleri kullanarak üreten bir ülke sıfatını taşımaktadır. Ürünleri çoğunlukla standart (farklılaşmamış) ve orta seviye teknoloji içerikli ürünlerdir. Ülkenin ihracatı büyük oranda sanayi ürünlerinden oluşmakla birlikte düz ekran, akıllı telefon, tomografi cihazı ya da CNC makinesi gibi yüksek teknolojili ürünlerin taklit edilmesi veya geliştirilmesinde yeteri kadar mesafe alamamıştır. Ayrıca -tümüyle- yerel teknolojiyle ya da markayla ürettiği otomobil ve uçağa da sahip değildir.[12] Bu sebeple Türkiye, ihracatının önemli bir kısmı sanayi mallarından oluşsa da üretimini ağırlıklı olarak ithal makinelerle gerçekleştirmesinden ve ürettiği sanayi malları genellikle standart, farklılaştırılmamış, orta seviye teknolojiye sahip ürünlerden oluşmasından dolayı, sanayileşmenin ancak ikinci aşamasında yer alan bir ülke olarak konumlanabilir. Bu sanayi yapısıyla Türkiye, ancak düşük katma değerli ürünler üretip ihraç edebildiğinden, yüksek oranda cari açık veren ekonomisinin dış şoklara karşı kırılganlığını azaltamamakta ve orta gelir tuzağından[13] kurtularak milli gelirini arttıramamaktadır.[14] [15]

Yukarıda yapılan tüm bu açıklamalardan anlaşılmaktadır ki ülkemiz bugün, Batı’daki Rönesans gibi bilginin gelişimini ve yaygınlaşmasını sağlayan bir hareket yaşayamaması temelinde sanayi devrimini kaçırması nedeniyle ithal makineler ile sanayileşme çizgisini ancak ikinci evre ile (bazı sektörler bakımından) üçüncü evrenin başlangıcı seviyelerine kadar geliştirebilmiş, yüksek katma değerli ürünler üretememesi yüzünden cari açık vererek orta gelir tuzağından bir türlü kurtulamayan bir ülke konumunda bulunmaktadır. Söz konusu katma değeri yüksek ürünlerin büyük bir çoğunluğunu da yenilikçi düşünce ve bilgiye dayalı olarak üretilen (markalaşmış ve fikri haklarla koruma altına alınmış) fikri ürünler oluşturmaktadır. Dolayısıyla bugün itibarıyla ülkemizin ekonomisini gelişmiş ülkeler seviyesine çıkartamamasının en önemli nedenini; katma değeri yüksek ürünler üretemeyerek gelişmiş ülkelerle rekabet edememesi ve bu minvalde Gayrı Safi Yurt İçi Hasılasını gelişmiş ülkeler seviyesine yükseltememiş olması olarak tespit etmek mümkündür. Bu noktada konunun öneminin daha iyi idrak edilebilmesi babında katma değer ve yüksek katma değer kavramlarını izah etmek gerekmektedir.

III. Katma Değer ve Yüksek Katma Değer

Çok basit tanımıyla katma değer; bir firmanın satın aldığı mal ve hizmetleri, satın alınabilir ürünlere dönüştürerek elde ettiği değerdir. Yani bir ihtiyaca cevap verecek ürün üretilecek olsa o ürünü üretmek için alınan toplam hammadde ve kullanılan işçilik maliyetinden üretilen ürün satıldığında elde edilecek kar, yaratılacak katma değer olacaktır. Söz gelimi bir plastik kova üretiliyor ise, bu kovayı üretmek için işçilik ve hammadde dâhil tüm maliyet kalemlerine harcanılan bedelden sonra elde bir para kalıyorsa ve bu ürün piyasada kalitesiyle, sağlamlığıyla, garantisi ile tüketici kitlesi nezdinde bir güven oluşturmuşsa katma değer oluşmuş demektir. Çünkü katma değer, yalnızca üretimin etkinliğini yansıtmaz, aynı zamanda firmanın yarattığı ek refahın da ölçüsüdür. Yani katma değer ayrıca etkililiği ve kaliteyi de ölçer.[16] Bu sebeple de katma değer yaratılacak ise üretilen ürünün kaliteli olması ve bir fark yaratması da elzemdir ki hem etkili olsun hem de refah yaratsın. Klasik bakış açısı ile maliyetler ne kadar düşürülürse elde edilecek karın kat sayısı o derece yüksek olacaktır, fakat bu yüksek katma değer demek değildir, o halde yüksek katma değer ne demektir?

İsminden de anlaşılacağı üzere Yüksek Katma Değer elde edilen katma değerin daha da yükseltilerek maliyetleri kısmaksızın üretilecek üründen daha fazla gelir elde edilmesi demektir. Yüksek katma değer, ürünlerin iç piyasada üretilmesinden beklenen maliyetlerin düşürülmesiyle değil, nihai ürün ve hizmetlerin yüksek fiyatlandırılması ile sağlanır. Yani yüksek katma değere sahip ürün üreten bir üretici maliyetleri kısmadan ürününü normal rayicin çok üstünde satarak rakiplerinden daha fazla kar elde edecek demektir. Bu noktada önemli olan; tüketicilerin zihinlerinde “yüksek fiyatlandırma ve yeni ürün geliştirme” kredisi açılmış markalara, tasarımlara, teknolojilere sahip olunmasıdır. Katma Değeri Yüksek ürünlerin bugün itibarıyla tüm dünyada genelini de doğru bir strateji ile yaratılan, korunan, yönetilen ve dolayısıyla fark yaratan markalaşmış fikri ürünler oluşturmaktadır. Yukarıda verdiğimiz plastik kova örneğinden gidecek olursak, plastik kova sektöründe ürün üretmeyi planlayan bir şirketin piyasaya girdiğinde plastik kova ürünü yıllardır piyasada bulunduğundan ve bu yönüyle bilinir olduğundan etrafında aynı ürünü üreten birçok rakibinin olması doğal ve öngörülebilir olacaktır. Dolayısıyla bu şirket rekabet gücü yaratarak ürününü satmak için ya maliyetlerden ya da karından kısarak başta bir fiyat rekabeti yaratıp ürününü piyasada tutundurmaya çalışacaktır ya da yeterli sermayesi varsa yıllara dayalı bir strateji uygulayarak rakiplerine oranla daha kaliteli ürünler üretip tüketici nezdinde kendisini tanıtmaya (yani markalaşmaya) çabalayacaktır. İster bu alanda piyasaya yeni giren bir şirket olsun isterse de bu ürünü yıllardır üretmekte olan bir şirket, ürününü anılan şartlar altında durduk yere piyasa rayicinden çok yüksek bir fiyatla satabilmesi mümkün değildir, keza piyasada daha uygun fiyatta aynı kalitede -ve hatta markalaşmış- ürün satan birçok rakibi bulunmaktadır, tüketici böyle bir tavrın sergilenmesi halinde diğer firmaların ürünlerini seçecektir. Fakat bahse konu şirket, ürettiği kovaya mesela sensorlar yerleştirip içine konan ısıyı ölçer bir hale getirir, içine temizleyici sıvının yerleştirildiği ayrı bir hazne koyup her temizlikte otomatik olarak gereken temizlik maddesini, konan suyun içine uygun miktarda akıtan ve suyun temizleme etkisini arttıran bir sistem yaratırsa ürettiği ürünü bir ileri teknoloji ürünü haline getirmiş olacaktır. Bu ürünün tanıtımı doğru bir şekilde yapılıp, ürüne eklenen fikir doğru bir şekilde koruma altına alınarak süreç doğru bir biçimde yönetilirse, şirketin piyasadaki rakiplerine oranla ürününü maliyetleri kısmaksızın çok daha yüksek fiyatta satma imkânı ortaya çıkacaktır.

Farklı tarihlerde Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ve Kalkınma Bakanlığı tarafından yayınlanan Strateji Belgesi, Strateji Planı ve X. Kalkınma Planı’nda Türkiye’nin gelecek dönem imalat sanayi yapısı için “yüksek katma değerli ve ileri (yüksek) teknolojiye dayalı ürünlerin üretiminde yoğunlaşmak ve bu ürünleri üreten sektörlerin payını artırmak” genel ilkesinin belirlendiği görülmektedir.[17] Örneğin;

“İlgili taraflarla iş birliği içinde, geliştirilen politikalar, stratejiler ve bu politika ve stratejiler doğrultusunda verilen desteklerle sanayinin planlı gelişimini sağlamak ve yüksek teknolojiye dayalı, dışa bağımlılığı azaltan ve yüksek katma değerli bir sanayi yapısının oluşumuna öncü olmak.” Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı (BSTB), 2013-2017 Strateji Planı, Aralık 2012, Stratejik Amaç 1

“Türk sanayisinin rekabet edebilirliğinin ve verimliliğinin yükseltilerek, dünya ihracatından daha fazla pay alan, ağırlıklı olarak yüksek katma değerli ve ileri teknolojili ürünlerin üretildiği, nitelikli işgücüne sahip ve aynı zamanda çevreye ve topluma duyarlı bir sanayi yapısına dönüşümünü hızlandırmak” BSTB, Türkiye Sanayi Strateji Belgesi (2011-2014, AB Üyeliğine Doğru), Aralık 2010, Genel Amaç

Dr. Oktay Küçükkiremitçi’ye göre; “Türkiye’de yüksek teknolojili sektörlerin üretimi (iç ya da dış talep artışı neticesinde) artsa dahi, genel olarak ekonomik çoğaltan mekanizması[18] daha düşük olduğundan ülke ekonomisindeki diğer sektörler üzerindeki uyarıcı etkisi daha sınırlı kalmaktadır. Daha yüksek katma değer oranlarına sahip olunsa bile, üretim zincirinin tetiklediği toplam katma değer artışı daha düşük düzeyde kalmaktadır. Ayrıca ithal girdi kullanımının yoğunluğu nedeniyle yüksek teknolojili sektörlerin üretiminin artması neticesinde ithal girdi talebi artmaktadır. Ülkemizdeki yüksek teknolojili sektörlere girdi tedarik edecek yerli sektörler yerine, yurtdışında bu üretimi yapan ülkelerin sektörleri gelişmekte, uzmanlaşmakta ve katma değer zincirinin önemli bir bölümü de yurtdışında kalmaktadır. Nihai ürünün yüksek katma değer oranına sahip olması bu nedenle belirleyici değildir, önemli olan nihai ürünün üretilmesi için gerekli, mümkün olduğunca çok aşamanın yurtiçinde kalarak, ülkedeki “yurtiçi katma değer zinciri”nin oluşmasını sağlamaktır.” Küçükkiremitçi meseleye sadece yüksek katma değer açısından değil katma değer zinciri yönünden de bakmakta ülkemizde yüksek katma değerli ürünler bugüne nazaran daha fazla üretilebilse dahi bu ürünlerin yaratımında ithal ürünlerin kullanımının azaltılması halinde oluşacak yurt içi katma değer zinciri oluşumunun sağlanmasının yüksek katma değerli ürün üretmekten daha önemli olduğunu dile getirmektedir.

Dr. Reşat Sinanoğlu ise meseleye farklı bir açıdan yaklaşarak şu açıklamalarda bulunmaktadır; “Ekonomide yüksek katma değer yaratmak demek, ürün ve hizmet sektörlerinde Katkı Marjı daha yüksek fiyatlı ürün ve hizmetler üretmek demektir. Başka bir deyişle, üretilen ürün ve hizmetlerin değişken giderlerine görece daha yüksek fiyatlandırılmaları demektir. Ürün ve hizmetleri daha yüksek fiyatlandırmak ve bu sayede yatırımı daha verimli kılmak için ileri teknoloji gerektiren ürün veya hizmetleri üretmek gerektiği yanılgısı genellikle bilgisizlikten kaynaklanmaktadır. Gelişen ya da gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş ülkelerin başarılarını kıskanırken, nasıl elde ettiklerinden çok ne yaptıklarıyla ve sonuçlarıyla ilgilenirler. Çoğu kez, aynı sonuçları süratle elde etmek için yapılanları taklit ederek hem zamanlarını hem paralarını kaybederler.  Çakma silikon vadileri, teknoloji parkları, kısa yol zannedilen teşviklerle sözde desteklenen ve ürettikleri satılmadığı için kapanan ya da ülkeye yük olan yatırımlar gibi sayısız sonuç vermeyen denemelerden de ders almazlar. Çok azı, gelişmiş ülkelerin başarılarının birer sonuç olduğu bilinciyle, nasıl elde edildiklerini açıklayan öyküleri ile ilgilenirler. Uzun süre öyküleri etüt ederler ve kendi ülke konumları, yetenekleri ve kaynakları ile ilişkilendirilmiş akılcı hedeflere yönelik bir planlama içerisinde sürdürülebilir ilerleme kaydederler. Başarılı sonuçların nasıl elde edildiğine ait öyküleri çalışarak ev ödevlerini doğru yapabilen ülkeler, yapay kısa yollar aramadan ülke içerisindeki reformları adım, adım yaparak ekonomilerinin yarattığı katma değeri sürekli yükseltirler. Açık toplum ve açık ekonomiden yana davranışlarla ülke içerisindeki rekabet ortamını iyileştirerek, evrensel hukuk normlarını ve demokrasi kriterlerini geçerli kılarak, çağdaş eğitim seviyesini her düzeyde var etmeye çalışarak, piyasa ekonomisinin gerektirdiği rolleri doğru algılayan bir devlet yönetimi ile özerk regülasyon kurumlarının verimli çalışacağı ortamları yaratarak ve bilgiye erişim açısından olası hiçbir engele izin vermeyerek ülke kaldıracına (Marka Kaldıracı) yatırım yaparlar. Ve giderek globalleşen tüketicilerin zihinlerinde ürün ve hizmetlerinin daha yüksek fiyatlandırılmasıyla ilgili kredinin açılmasını sağlarlar. Yukarıda sözünü ettiğimiz ev ödevini doğru yapmayan bir ülkenin yüksek teknolojiye yatırım yapması, ileri teknoloji ile üreteceği ürün veya hizmetlerin yüksek katma değer yaratmasını sağlamaz. Diğer yandan, ev ödevini doğru yapan ülkelerin de yüksek katma değer yaratan bir ekonomiye sahip olmaları için yüksek teknolojiye yatırım yapmaları gerekmez.”[19]

Sayın Sinanoğlu’nun yorumlarından anlaşılmaktadır ki bir ülkenin yüksek katma değer yaratabilmesi ve GSYH’nı arttırabilmesi için sadece sanayileşme evrelerinin üst sıralarında olması veyahut ileri teknoloji ürünleri üretebilmesi ya da yurt içi katma değer zincirini yaratabilmiş olması tek başına yeterli olmayıp evrensel hukuk normlarını ve demokrasi kriterlerini geçerli kılarak, çağdaş eğitim seviyesini her düzeyde var etmeye çalışarak, piyasa ekonomisinin gerektirdiği rolleri doğru algılayan bir devlet yönetimi ile özerk regülasyon kurumlarının verimli çalışacağı ortamları yaratabilmesi ve bilgiye erişim açısından olası hiçbir engele izin vermeyerek ülke kaldıracına (Marka Kaldıracı) yatırım yapması da gerekmektedir.

Prof. Dr. Murat Yülek durumu bir örnekle şu şekilde açıklamaktadır; “Aynı nüfusa sahip biri zengin, diğeri fakir iki ülke düşünün. Her ülke sadece bir (ve aynı çeşit) ürünü basit bir sırt çantasını üretsin. Böylece fazla teknoloji gerektirmeyen ve aynı kalitede bir ürün üretiyor olsunlar. Her iki ülke ürünlerini ihraç etsin ve ihracatla gelir elde etsin. Aynı ürün olsalar da zengin ülkenin ürettiği sırt çantaları (örneğin taşıdıkları marka sebebiyle) dünya pazarlarında, mesela fakir ülkenin sırt çantalarından on kat daha pahalıya satılsın.

  Ülke – I Ülke – II
Nüfus 100 100
Yıl içinde çalışılan toplam saat 1.000 1.000
Bir yılda üretilen sırt çantası adedi 1.200 1.000
Reel iş gücü verimliliği (çalışılan saat başına üretilen sırt çantası) 1.2 1.0
Üretilen sırt çantasının dünyadaki ortalama fiyatı () 1 10
GSYH () 1.200 10.000
Çalışılan saat başına GSYH (iş gücü verimliliği) 1.2 10
Kişi başı GSYH 12 100

 

Tablodaki rakamlardan fakir ülkenin (Ülke I) fiziki verimliliğinin çok daha yüksek olduğu görülmektedir; zengin ülkeye göre birim zamanda %20 daha fazla sırt çantası üretmektedir. Buna rağmen zengin ülkenin kişi başı GSYH’sı fakir ülkenin sekiz katına denk gelmektedir, çünkü zengin ülkenin ürünlerini sattığı fiyat (esasen aynı ürünün fiyatı) çok daha (10 kat) yüksektir. Fakir ülke, halkının refahını arttırarak zengin ülkeyle arayı kapatmak istemektedir. Bunun için fakir ülkeden (daha fazla) verimliliği arttırmasını istemek yanlış olmasa da uygun olamayan bir politikadır; fakir ülkenin verimliliği zengin ülkeden daha yüksek olmasına rağmen bunu (daha da) arttırıp arayı kapatması (saat başı 1.2. dolara karşılık 10 Dolar) için çok uzun süreler boyunca verimlilik fazlaları yaşaması gerekecektir. Kişi başına geliri 5.000 Dolar olan bir ülke, 20.000 Dolarlık bir ülkeye yetişebilmek için her yıl düzenli olarak yüzde 2 daha verimlilik artışı sağlamak kaydıyla 60 yıla ihtiyaç duyacaktır. Oysa -OECD ülkelerinin Almanya’ya göreceli verimlilikleri karşılaştırıldığında- sadece Güney Kore bu tür bir verimlilik artışı gerçekleştirebilmiştir. Kıssadan hisse bellidir. Gerçek hayatta geliri sadece fiziki verimlilik belirlemediği gibi verimlilik yetişme hızını da belirlemez. Kişi başı GSYH’de ülkeler arasında fark yaratan şey üretilen ürünlerin dünya fiyatlarıdır.[20] Sayın Yülek’in verdiği bu örnek üzerinden gidildiğinde anlaşılmaktadır ki; yüksek katma değer yaratmak bakımından sadece ileri teknoloji ürünü üretmek yeterli olmayıp bu aynı zamanda bir markalaşma ve bilinç işidir. O halde yüksek katma değer yaratımının temeli, ileri teknoloji yaratımı ve markalaşma dahil olmak üzere evrensel hukuk normları ve demokrasi kriterlerinin geçerli kılınması, çağdaş bir eğitim seviyesinin oluşturulması, piyasa ekonomisinin gerektirdiği rollerin iyi algılanması, bilgiye erişim, doğru sanayi politikalarının yaratımı gibi önemli dinamikleri de aynı zamanda içerisinde barındırmaktadır. Keza yukarıda verilen örnekten gidilecek olursa doğru markalaşabilmek, ayırım gücü güçlü doğru markalar yaratabilmek, bu markaları doğru bir şekilde koruyabilmek, teknik ve hukuki yönden oluşacak marka portföyünü doğru bir biçimde yönetebilmek, kısacası bu anlamda doğru bir fikri haklar stratejisine sahip olmak anlamına da gelmektedir. Söz konusu bakış açısı, içinde stratejik yönetim, iş birliği, vizyoner ve yaratıcı düşünceyi de barındıran bir bilinç yapısını da ister istemez gerektirmektedir.[21] Bu aynı zamanda da bir kültürdür.

Dr. Güven Sak bu durumu bir makalesinde samimi bir dille şu şekilde açıklamaktadır; “Bizim yöneticilerimiz, bir ARGE projesine aynı bir inşaat projesine yaklaştıkları gibi yaklaştıkları için bir AR-GE projesinin gerektirdiği sabra sahip değiller. Ne demek bu? Bir inşaat projesinin başı ve de sonu bellidir. Birincisi, ihtiyaç bellidir. İkincisi, ihtiyacın karşılanmasının planlandığı zaman bellidir. Üçüncüsü, projenin aşamaları önceden bellidir. Dördüncüsü, her bir aşamanın aşağı yukarı ne kadar zaman alacağını önceden kestirmek mümkündür. Beşincisi, açılışın ne zaman yapılacağı bellidir. Böyle bakarsanız, bir inşaat projesi başlar ve hakkedişler zamanında ödeniyorsa, aşağı yukarı söylendiği zamanda biter. Hatta daha hızlı para öderseniz, projeyi çabuklaştırmak bile mümkündür. Ama bir ARGE projesi asla böyle değildir. Araştırma sürecinin nereye takılacağı belli olmaz. Parayı harcarsınız, attığınız füze havada patlar gider. Hata ile ilgili olsa olsa tahmininiz vardır. Yenisi için para harcarsınız, atarsınız yanlış hesap devam eder, yine patlar. Her başarısızlıktan sonra yeniden para harcamak için süreci baştan başlatmak gerekir. Öyle olur ki, 28 füze patlatırsınız, 29’uncuyu denemeye sabırlı yöneticilere ihtiyacınız vardır. “Seçimler yaklaşıyor, açılış yapacak bir şey lazım” derseniz AR-GE olmaz. AR-GE sabrınız ve azminiz yoksa memlekette milli teknoloji olmaz. Mühendis ve temel bilimciye ihtiyaç da olmaz.”[22]

Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalardan yüksek katma değer yaratımının sadece ileri teknolojiye havi ürünler ile elde edilemeyeceği net bir biçimde anlaşılmaktadır. Belirtmek isteriz ki; tüketiciler sadece ürünler ya da hizmetler için belirlenmiş olan bedeli ödemezler, asıl o ürün ya da hizmetin kendilerine sağlayacağı fayda için para öderler. Bu nedenle birbirleriyle rekabet eden şirketlerin rekabeti temelinde, tüketici faydası temini yatmaktadır. Bu sebeple yaratılacak ürün ya da oluşturulacak hizmetin ve aynı şekilde bu ürün ya da hizmetin müşteri kitlesine benimsetilmesi için belirlenecek iş ve fikri haklar stratejilerinin de özellikle dijitalleşen dünyada değer odaklı olması gerekmektedir.[23] Yenilikçi düşünce ile tüketici için temin edilecek faydayı içeren her ürün ve hizmet içinde birer değer barındırmaktadır, söz konusu değer aynı zamanda bir fikri ürün ise tabi ki geleceğe yönelik doğru bir iş ve fikri haklar stratejisi ile yaratılması, korunması ve yönetilmesi gerekmektedir. Bunun için de değer yaratan şirketin üst kademe yöneticileri dahil olmak üzere strateji, inovasyon yönetimi, AR-GE, pazarlama, imalat, finans ve fikri haklar birimlerinin koordineli olarak aynı amaç altında bir araya gelerek anılan stratejileri ve alternatiflerini işbirliği içinde üretmeleri zaruridir.[24] Yaratılan fikri ürün gerek marka gerek patent gerekse tasarım olsun öncelikle belirlenen geleceğe yönelik değer odaklı iş ve fikri hak stratejileri bakımından faaliyet serbestisi (Freedom to Operate) analizlerinin yapılması, taklide karşı koruyucu önlemlerinin alınması da günümüz dijital-bilgi çağında kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bu nedenle fikri haklar bir şirkete, geleceğe yönelik olarak belli ve fakat uzun sayılabilecek süreler ile koruma ve bir nevi tekel hakkı sağlayan, şirketin ürün ve/veya hizmet bazında yarattığı değerlere ayrıca değer katarak rekabet gücü kazandıran, bu sayede de yüksek katma değer getirisi yaratan haklar olup stratejik olarak ve koordineli bir biçimde oluşturulmaları, korunmaları ve yönetilmeleri gerekmektedir. Bu açıklamalarımız babında, yüksek katma değer yaratımı için hem şirket üst kademesinin hem şirket içinde farklı departmanlarda çalışan teknik kişilerin hem de şirket içinde ya da dışında şirket adına hizmet veren marka, patent ve tasarım vekilleri ile avukatların stratejik bir bakış açısıyla koordineli olarak birlikte aynı amaç için çalışmalarının elzem olduğu ortaya çıkmaktadır ki bunun, bugüne kadarki alışılmış uygulamaların dışında bir bilinç ve kültür gerektirdiği aşikardır. Keza stratejik bakış açısı ile koordineli olarak yaratılmayan, korunmayan ve yönetilmeyen fikri ürünlerin bırakınız yüksek katma değer yaratmayı her an bir toz bulutu haline gelebilecekleri de akıldan çıkartılmamalıdır. Bu nedenle fikri ürünleri ve üzerlerindeki fikri hakları, bakımına özen gösterilmesi gereken ve fakat sonrasında göz alıcılığı yüksek olacak “Nadide Bir Çiçek” gibi görmek gerekmektedir. Bu bakış açısı ülkemizde olacağı gibi tüm dünyada iş birliği ile yenilikçi değer yaratımının ve dolayısıyla yüksek katma değerin oluşmasını sağlayacaktır. Oysa meseleye Dr. Güven Sak’ın makalesinde bahsettiği gibi bir bilinç yapısı ile yaklaşıldığında yüksek katma değer yaratılabilmesinin ve bu değerin tüketici kitlesine kabul ettirilebilmesinin kanaatimizce imkânı bulunmamaktadır.

Bu bölümü tamamlamadan önce konu ile ilgili olarak son yıllarda popüler olan bir bilgisayar oyununu üreten ve gelirinin %80’ni bu oyundan temin eden bir yazılım firmasının 5,9 milyar Dolar gibi çok yüksek bir bedelle 2015 yılında el değiştirmesi örneği verilebilir. Gazetelerde yer alan haberlere göre şirketin değeri 53 ülkeden büyük olup İstanbul Borsası’nın da yüzde dördüne, değeri en büyük sanayi şirketlerimizden Ereğli Demir Çelik ve Tüpraş’ın da iki katına denk gelmektedir. Hızla büyüyen yazılım sektörünün dünyada ulaştığı büyüklük ise 3,5 trilyon dolara ulaşmış bulunmaktadır.[25] [26] Oluşturulacak doğru stratejilerle yüksek katma değer yaratmanın sonucunun nerelere varabileceğini zannımca bu örnek en iyi şekilde gözler önüne sermektedir.

IV. Sonuç

Şu an içinde olduğumuz dijitalizasyon ve bilgi çağında Endüstri 4.0 devriminin de etkisi ile fikri ürün yaratmanın ve doğru bir biçimde koruyarak üretmenin ülkelerin GSYH oranlarını ve kişi başına düşen milli geliri arttırdığı artık yadsınamayacak bir gerçek haline gelmiştir. Katma değeri yüksek ürünlerin büyük bir çoğunluğunu fikri ürünler oluşturduğuna göre bu ürünlerin yaratımı ve ülkemizin sanayileşmenin bazı sektörler hariç üçüncü ve dördüncü basamaklarına daha çabuk geçerek Endüstri 4.0 devrimine ayak uydurabilmesi öncelikle devlet kanadında doğru sanayi politikalarının oluşturulabilmesine[27] [28] ve şirketlerimizin fikri hak kültürünü içlerine doğru bir biçimde yerleştirebilmelerine bağlıdır. Bu çerçevede uygulanacak politika örnekleri içinse şunlar sıralanabilir;

i. Sağladığı katma değer seviyesi, geri bağlantılarının[29] yüksekliği, sağlayacağı öğrenme potansiyeli ve teknolojik derinleşme göz önünde bulundurularak ülke için stratejik sektörlerin belirlenip desteklenmesi,

ii. Öncü/öncelikli sektörlerde yerli sanayi şirketlerini dışlayan kamu alım politikalarının terk edilmesi,

iii. Öncü/öncelikli sektörlerde markalaşma ve AR-GE çalışmalarının desteklenmesi ve eğitim sisteminin sanayi sektörünü destekleyecek şekilde düzenlenmesi,

iv. Yeni nesil sınai müteşebbislerin ortaya çıkarılması, bunun için gayrı menkul sektörü gibi, (yüksek katma değerli üretim modeli ile bu üretim şeklinin taşıdığı risklerden uzak ve) ülke için uzun dönemli getirileri düşük olan, ancak düşük riskli olduğu için müteşebbislerin ve ülkenin kıt tasarruflarının/sermayesinin kolay aktığı sektörlerin ortaya çıkardığı haksız rekabetin ortadan kaldırılması.[30]

Türkiye’nin sanayileşme yolunda yaşadığı başarısızlıklarda sanayi politikalarının tasarım ve uygulama hataları önemli rol oynamıştır. Türkiye’de karar alıcılar, akademisyenler, gazeteciler gibi önemli kesimler sanayileşme ve kalkınma süreç ve politikalarını anlayamamıştır. Yaklaşım farkları ve politik istikrarsızlık da sanayileşme sürecini baltalamıştır. Bu noktadan sonra Türkiye’de sanayileşme sürecinde başarılı olmak için geniş çerçeveli (eğitimden alt yapıya) bir kalkınma politikası içinde, odaklanmış bir sanayi politikasına ihtiyaç bulunmaktadır.[31]

Doğru sanayi politikalarının inşası da yukarıda da dile getirmeye çalıştığımız üzere ileri teknoloji yaratımı ve markalaşma dahil olmak üzere evrensel hukuk normları ve demokrasi kriterlerinin geçerli kılınması, çağdaş bir eğitim seviyesinin oluşturulması[32], piyasa ekonomisinin gerektirdiği rollerin iyi algılanması, bilgiye erişim, doğru sanayi politikalarının yaratımı gibi dinamikleri de içerisinde barındırmakta olduğundan ortak aklın hüküm sürdüğü üst bir bilinç yapısını zaruri kılmaktadır.

Kaldı ki sanayi politikalarının tasarım ve uygulamasını devlet tek başına başaramaz. Bir yandan geniş halk kesimlerinin (özellikle kanaat önderlerinin) görüş görüş birliğinin sağlanması, diğer yandan ise sanayi politikasının sadece sanayi şirketlerini değil, tüm sanayi katmanını hedeflemesi gerekmektedir. Yani kaliteli sınai müteşebbislerin, sınai şirket ve çalışanlarının (mavi ve beyaz yakalılar) ve sanayi finansmanın geliştirilmesi gerekmektedir. İhracata dönük sağlam bir sanayi katmanı AR-GE ve yenilikçilik desteklerinin de etkin hale gelmesini sağlayacaktır.[33]

Tüm bu aktarılanlarla birlikte meselenin temel yapı taşlarından biri olan hukukun, özellikle fikri ürünler üzerindeki hakları koruyan fikri ve sınai haklar mevzuatının, ülke genelinde sağlam bir hukuki alt yapıya ve uygulamaya kavuşmasının ayrıca yadsınamaz bir önemi bulunmaktadır. Sınai haklar ile ilgili mevzuat yaklaşık 22 yıl gibi bir süre acil karar alınması gereken özel durumların konusu olan Kanun Hükmünde Kararnameler ile idare edilmiş, bu kararname hükümlerinden bazıları Anayasa’ya aykırı bulunarak Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir. Sadece üç büyük ilde kurulan ihtisas mahkemeleri iş yükü dolayısıyla yetersiz kalmakta, duruşmalar arası zaman dilimleri her geçen gün uzamakta, ihtisas hakimleri yetişmemekte, yetişen ihtisas hakimleri yerine de fikri ve sınai haklar hukuku ile daha önce hiçbir ilgisi olmayan hakimler atanarak süreç daha da içinden çıkılmaz bir hal almaktadır. Özellikle patent ve tasarımlar ile ilgili husumetler bakımından yargıdaki en önemli süjelerden biri olan bilirkişilik müessesesi bakımından da sıkıntılar yaşanmakta olup bilirkişi sayısındaki eksiklikler nedeniyle dosyalar ehil olmayan bilirkişilerin ellerine teslim edilebilmektedir. Düşük ücretler ve bezdirici taraf şikayetleri nedeniyle çoğu teknik uzmanlığı bulunan kişiler ya da akademisyenler mahkemelerde bilirkişilik yapmak istememektedirler. İşin ceza boyutu bakımından da -işbu alana özel ilgisi olanlar hariç olmak üzere- savcılar ve hakimler tarafından fikri ve sınai haklar ile ilgili suçlar diğer suçlara nazaran daha alt seviyede görülmekte, yasada acil işlerden sayılmasına rağmen arama ve el koyma talepleri reddolunmakta, verilen takipsizlik kararları Sulh Ceza Mahkemeleri tarafından onanmaktadır. Oysa taklit üretilen ürünler çok büyük bir vergi ve istihdam kaybına yol açmakta, buradan elde edilen gelirlerin büyük bir bölümü yasa dışı örgütlerin cebine girmekte ve taklit ürünlerde kullanılan zararlı maddeler nedeniyle kamu sağlığı tehdit edilmektedir.[34] [35]

Yukarıda açıklamaya çalıştığımız tüm sebeplerle yüksek katma değer yaratan ve milli gelirini bu sayede yükselten bir ülke olmak istemekteysek, içinde hukuk, demokrasi kriterleri, işbirliği, özgür ve yaratıcı düşünce ile bilgiye ulaşım gibi birçok farklı dinamiği içinde barındıran bir bilinç ve kültür yapısına sahip olmamız kaçınılmaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. Bu bilinç ve kültür yapısı sadece devlet kanadında değil, hukuk ve ekonomi birimleri yanında şirketler ve hatta toplum genelinde yaygınlaşması zaruri olan bir bilinç ve kültür yapısı haline erişmelidir. Çünkü anlaşılmaktadır ki Karl Marx’ın betimlediği üretim ilişkilerini[36] içinde barındıran alt yapı ile örf, ahlak, kültür, din , değerler, hukuk normları vb. gibi öğeleri içinde barındıran üst yapı arasında karşılıklı olarak devamlı bir etkileşim bulunmaktadır.[37] Ve zannımca bu etkiyi, içinde bulunduğumuz çağ nezdinde hem alt yapı hem de üst yapı bakımından katalizör görevi görmek suretiyle doğru bir biçimde en fazla arttıracak olan da katma değeri yüksek fikri ürünler ve onlar üzerindeki haklar olacaktır. Doğru politikalarla bu sürece uyum sağlayan kurumlar ve ülkeler yükselerek ayakta kalmaya devam edecekler, uyum sağlayamayanlar ise çok sıkıntılı ve sancılı süreçlerden geçmek zorunda kalacaklardır.

 

Kısaltmalar

AR-GE             : Araştırma ve Geliştirme

GYSH              : Gayrısafi Yurt İçi Hasıla

 

 

[1] (*) Özden & Güçlü Hukuk bürosunun kurucu ortaklarından olup, uzmanlık alanı olan fikri mülkiyet hukuku alanında avukatlık mesleğini ve çeşitli Üniversitelerde yarı dönemli öğretim üyeliği görevini icra etmektedir. (fatih@onderozden.av.tr – info@ozdenguclulegal.com)

[2] Victor Frankl – İnsanın Anlam Arayışı – Okuyan Us Yayınları

[3] http://www.webandmacros.net/assets-Balanced-Scorecard.htm

[4] Şeriat Arapça “yol” anlamına gelmektedir.

[5] Prof. Dr. Emre Kongar – Toplum Bilim Açısından Töre, Şeriat, Evrensel Hukuk – http://www.kongar.org/aydinlanma/2000/aydin206.php

[6] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[7] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[8] Prof. Dr. Emre Kongar – Toplum Bilim Açısından Töre, Şeriat, Evrensel Hukuk

[9] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[10] Prof. Dr. Emre Kongar – 21. Yüzyılda Türkiye – Remzi Kitabevi

[11] Temelde, taklidin teknolojik bilgiye katkısı azdır ve ayrıca küresel teknolojik bilgiye de ciddi bir katkıda bulunmaz. Ayrıca ileri şirketi yakalamak tam olarak mümkün olmayabilir; çünkü tersine mühendislik makine içinde saklı gelen teknolojik bilginin ancak belli bir bölümünün anlaşılmasını sağlar. Ancak bu aşamada şirketler için sınırlı olsa da oldukça değerli yeni öğrenme potansiyeli mevcuttur. Taklit sektöre geç giren şirketler kadar geç kalkınan ülkelere de fayda sağlamıştır. Gelişmekte olan ülkelerin öncekileri yakalamasında taklit değerli bir kısa yol olmuştur. (Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi)

[12] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[13] Orta Gelir Tuzağı: Gelişmekte olan ülkelerin milli gelirleri 10 Bin – 15 Bin Dolar seviyesine ulaştıktan sonra (dışa bağımlılık ve düşük üretim hacmi nedenleriyle) ekonomik büyüme hızlarının düşerek milli gelirlerinin uzunca bir süre bu seviyede seyretmesi ve gelişmiş ülke gelir seviyelerine ulaşamamaları anlamına gelmektedir.

[14] Prof. Dr. Murat Yülek – Dr. Öğr. Üyesi Mete Han Yağmur – Uluslararası Tecrübeler Işığında Türkiye İçin Sanayi Politikaları (Makale) – İ.T.Ü. – Küresel Ekonominin Dinamikleri ve Türkiye – İ.T.Ü. Vakfı Yayınları

[15] Prof. Dr. Selçuk Şirin – Yol Ayırımındaki Türkiye – Doğan Kitap

[16] https://nenedir.com.tr/katlma-deger-value-added-nedir/

[17] Dr. Oktay Küçükkiremitçi – Yüksek Katma Değer, İleri Teknoloji ve 2023 Hedefleri – “Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Araştırma ve Uygulama Merkezi (KAYAUM) işbirliği ile 23-24 Ocak 2014 tarihlerinde gerçekleştirilen “Planlama Kurultayı-III”’de yapılan sunumun bildirileri kitabındaki makalesi.

[18] (Multiplier) Yatırım, tüketim, ihracat ve kamu harcamaları gibi toplam talebi oluşturan faktörlerin birindeki bir değişmenin milli gelir üzerindeki etkisini göstermeye yarayan bir kavramdır. Talep yetersizliğinden kaynaklanan işsizlik içinde bulunan bir ekonomide, firmalar yatırım harcamalarını (makine, donatım ve tesis giderleri) herhangi bir nedenle artırmış olsunlar. Bu durumda, milli gelir ilk aşamada bu miktar kadar artmış olur. Yatırım harcamaları, yatırım malları endüstrilerinde çalıştırılan faktörlere ücret, maaş ve kar şeklinde ödenmiştir. Dolayısıyla bu gelirlerin sahipleri, kazandıkları gelirin bir kısmını tasarruf edecek (Marjinal Tasarruf eğilimlerine bağlı olarak) geri kalan kısmını ise mal ve hizmet alımlarına harcayacaklardır. Bu ikinci aşamada milli gelirdeki toplam artış, yatırım harcamalarındaki ilk artış + bu gelirlerin harcanan kısmı olacaktır. Ondan sonraki aşamalarda da her yaratılan yeni gelirlerin bir kısmı tasarruf edilip, kalan kısımları harcanacak ve toplam harcamalardaki artışlar, adeta suya atılan bir taşın doğurduğu dalgalar şeklinde giderek genişleyecek ve zayıflayacaktır. Bu mekanizmaya çoğaltan mekanizması adı verilir. Çoğaltan mekanizmasının sonucunda milli gelirdeki toplam artış, yatırımlardaki ilk artışın birkaç katma ulaşır, yani yatırımın bir katsayı ile çarpımına eşit olur. / https://www.nedir.com/%C3%A7o%C4%9Faltan

[19] Dr. Reşat Sinanoğlu – Yüksek Katma Değer Yaratmak İçin İleri teknoloji Gerekmez http://resatsinanoglu.com/189/yuksek-katma-deger-yaratmak-icin-yuksek-teknoloji-gerekmez.html

[20] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[21] Prof. Dr. John Palfrey – Intellectual Property Strategy – The MIT Press Essential Knowledge Series

[22] Dr. Güven Sak – Biz onun ne işe yaradığını anlamak için tam 28 füze patlattık – Radikal Gazetesi – 25.02.2014 – https://www.tepav.org.tr/tr/blog/s/4612

[23] Beat Weibel & Rudolf Freytag – Why Digitalization Needs Value-Driven Intellectual Property Strategies? – Les Nouvelles – December 2019

[24] Beat Weibel & Rudolf Freytag – Why Digitalization Needs Value-Driven Intellectual Property Strategies? – Les Nouvelles – December 2019

[25] https://www.sabah.com.tr/teknoloji/2014/03/26/candy-crushin-halka-arz-fiyati-belli-oldu

[26] https://www.bbc.com/turkce/ekonomi/2015/11/151103_candy_crush_nelere_bedel

[27] Detaylı bilgi için Bkz.: Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[28] Dr. Oktay Küçükkiremitçi – Yüksek Katma Değer, İleri teknoloji ve 2023 Hedefleri

[29] Girdi-çıktı analizi bir ekonomide sektörler arası ilişkilerin görülmesini sağlar. Bir sektörün üretim sürecinde diğer sektörlerden girdi kullanması o sektörün geri bağlantısını yansıtır. Öte yandan, bir sektörün diğer sektörlere girdi sağlaması o sektörün ileri bağlantısını gösterir. Aslında, geri ve ileri bağlantılar bir ekonomideki endüstriler arası ilişkilerin büyüklüğünü ortaya koyan ölçütlerdir ve bir ülkenin sektörel düzeyde yatırım ve teşvik stratejilerinin belirlenmesinde kullanılır. Güçlü geri ve ileri bağlantıları olan sektörler kilit sektör olarak adlandırılır. / http://www.acarindex.com/tisk-akademi/turk-imalat-sanayiinde-geri-ve-ileri-baglantilar-girdi-cikti-tablosuna-dayali-yapisal-bir-cozumleme-24462#.XhwrDxtS-00

[30] Prof. Dr. Murat Yülek – Dr. Öğr. Üyesi Mete Han Yağmur – Uluslararası Tecrübeler Işığında Türkiye İçin Sanayi Politikaları (Makale) – İ.T.Ü. – Küresel Ekonominin Dinamikleri ve Türkiye – İ.T.Ü. Vakfı Yayınları

[31] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[32] “Bizde temel bilimler öğretilmeden mühendis yetiştirilmeye çalışılıyor; bilimsel gelişme sağlanmadan teknolojik gelişme sağlanacağına inanılıyor. Sanılıyor ki biz bilimi ıskalasak bile teknolojik ayılımlar yapabiliriz.” – Do. Dr. Kerem Cankoçak – Türkiye’de Bilimsel Gelişmenin Seyri – Bilim, Teknoloji ve Toplum – İ.T.Ü. Vakfı Yayını

[33] Prof. Dr. Murat Yülek – Ulusların Yükselişi – Kronik Yayınevi

[34] https://www.sozcu.com.tr/2018/ekonomi/kacak-ekonomiden-milyarlarca-dolarlik-vurgun-2485456/

[35] https://indigodergisi.com/2018/07/sahte-kacak-taklit-urun-ticareti/

[36] “Karl Marx, insanların yaşam tarzlarının üretimle olan ilişkileriyle biçimlendiğine inanıyordu. Yani “İnsanların yaşamı insanların yaptıkları, sattıkları ve kullandıkları ürünlerle biçimlenmektedir.” diyordu. Ona göre; üretim ilişkileri alt yapıyı, kültür, din, değerler, inançlar üst yapıyı oluşturuyordu. Alt yapı üst yapıyı biçimlendirdiğine göre, alt yapı değişiklikleri yapmadan üst yapı değişiklikleri yapmanın anlamsız olacağını, alt yapıdan kaynaklanan sorunların üst yapı tedbirleri ile çözülemeyeceğini düşünüyordu.” / Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu – Savaşçı – Remzi Kitabevi

[37] “Marx, alt yapı dediği üretim ilişkilerinin, üst yapı dediği kültürü biçimlendirdiğini söylerken, bunu tek yönlü bir etkileme olarak ifade etti. Bugün, biyoloji, ekoloji, antropoloji, sosyal psikoloji, ekonomi alanlarına “sistem yaklaşımı” içinde baktığınızda, yaşamda hiçbir şeyin bir şeyi tek yönde etkilemediğini görüyorsunuz. “Etkileşim ağı gerçeği” içinde olaya baktığımızda, bu ağın herhangi bir yerinde, herhangi bir değişim, ağın tümünü etkileme olanağı yaratır. Üretim ilişkileri insanların büyük bir çoğunluğu değerlerini, dünya görüşünü biçimleyebilir. Ama, bir tek insan öyle bir düşünce ve eylem düzeyine girebilir ki, kendinden sonra gelen çağı tamamıyla farklı bir yöne götürebilir. O bakımdan benim görüşüm, tüm değişimlerin temelinde bilincin yattığıdır. Bilinçte meydana gelen değişimleri insanoğlunun yaşamında meydana gelen diğer tüm değişimlerin anası olarak görüyorum.”     Prof. Dr. Doğan Cüceloğu – Savaşçı – Remzi Kitabevi