PATENT HUKUKUNDA TESCİL SONRASI İTİRAZ PROSEDÜRÜ

PATENT HUKUKUNDA TESCİL SONRASI İTİRAZ PROSEDÜRÜ

Yazar : Av. Önder Özden[1]

(“POST-GRANT OPPOSITION PROCEDURE”)

Bu makalemizde olabildiğince basitleştirilmiş bir şekilde Türkiye dahil dünyanın 16 ülkesinin patent sisteminde ve EAPO (“Avrasya Patent Ofisi”) ile EPO (“Avrupa Patent Ofisi”) bölgesel patent sistemlerinde[2] mevcut olan tescil sonrası itiraz prosedürü (“post-grant opposition procedure”) genel olarak değerlendirildikten, anılan prosedür ile ilgili olarak ülke uygulamalarında farklılık arz edebilecek hususlar vurgulandıktan ve bu prosedürün avantaj ve dezavantajlarına değinildikten sonra 6769 sayılı Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (kısaca “SMK” diye) düzenlenen tescil sonrası itiraz prosedürü ile ilgili olarak EPC hükümleri ile kıyaslandığında önem kazanan -özellikle patent sahibi tarafından dezavantaj yaratabilecek- bir eksikliğe dikkat çekilecektir.

I. Tescil Sonrası İtiraz Prosedürü Hakkında Genel Bilgilendirme

Tescil sonrası itiraz prosedürü patentin verilmesinden sonra başlar. Patentin verildiğinin ilan edilmesini takiben itiraz sürecine uygulanan hukukta (kısaca “Uygulanan Hukuk” diye) öngörülen süreler içerisinde ve itirazı tevsik etmeye yarar deliller eşliğinde üçüncü kişilerce tescil sonrası itiraz dosyalanabilir. Patentin verilmesinden önceki itiraz sürecine benzer şekilde, başvuru sahibi tescil sonrası itirazdan haberdar edilir ve uygulanan hukukta belirlenmiş süreler içerisinde (i) itiraza karşı görüşlerini sunabilir ya da (ii) itiraz doğrultusunda istem setinde değişiklikler yapabilir. Uygulanan hukuka göre itiraz sahibi, başvuru sahibinin itirazı takiben gerçekleştirmiş olabileceği değişikliklere/sınırlandırmalara veya sunduğu görüşlere karşı beyanda bulunabilir. Bu sürecin sonunda itiraz ve başvuru sahiplerinin beyanları ve sundukları dokümanlar ışığında itirazın dosyalandığı yetkili ulusal ya da bölgesel itiraz birimi (i) itirazı reddederek patentin tescil edildiği şekilde aynen devamına, (ii) daraltılarak değiştirilmesine ya da (iii) hükümsüzlüğüne karar verebilir.

Genel olarak patent başvurularına ilişkin patentin verilmesinden önce ve sonra başvurulabilen beyan ve itiraz süreçlerinin amaçlarından biri patentlerin kalitesini ve geçerliliğini temin ederken dava yargılamasından nispeten daha basit ve hızlı bir denetim mekanizması sağlamak olduğundan bu tür itiraz ve beyan prosedürlerini iç hukuklarına aktarmış olan ülkelerin patent sistemlerinde öngörülen usul ve esasa ilişkin şartlar arasında belli başlı birtakım ortak yönler bulunduğu gibi kimi hususlarda birtakım farklılıklar da göze çarpmaktadır. Bu farklılıklardan bazıları özellikle tescil sonrası itirazlar bakımından aşağıdaki gibidir:

• İtiraz eşiği: Birçok ülkede itiraz sahibi, itiraz gerekçelerini eksiksiz bir şekilde tevsik eden dokümanlar sunmalıdır. Bazı ülkelerde itiraz ancak “patentin geçersiz olması, geçerli olması olasılığından daha yüksekse” (“more likely than not”) dosyalanabilmektedir. İtirazın kabul edilebilirliği ile ilgili olarak bazı ülkelerde itiraz gerekçelerinin yeterince doğrulanması, yazılı belgeler ve diğer kanıtlar ile desteklenmesi gerekirken diğer ülkelerde, kabul edilebilirlik kriterleri patent kanunlarında açıkça tanımlanmamıştır.

• İtiraz sahibinin kimliğinin gizli tutulması: Bazı ülkelerde itiraz sahibinin başvuru sahibi ya da patent sahibi ile süregelen iş ilişkisini zedelememek amacıyla kimliği gizli tutulabilmektedir.

• İtiraz süresi: Tescil sonrası itiraz süreleri ülkeden ülkeye değişiklik arz etmekte olup patentin verilmesi kararının Resmi Bülten’de yayımlandığı tarihten itibaren başlamak üzere 6 aydan 12 aya kadar değişebilmektedir.

• İtiraz nedenleri: Birçok ülkenin tescil sonrası itiraz prosedüründe itiraz nedenleri (i) patent konusunun patent verilebilirlik şartlarını taşımadığı, (ii) buluşun yeterince açıklanmadığı ve (iii) patent konusunun, başvurunun ilk hâlinin kapsamını aştığı şeklinde belirlenmiştir. Bazı ülkelerde ise patentlenebilirliğin dışında kalan konularda başvuru yapılmış olması da bir itiraz nedeni olabilmektedir. Bazı ülkeler başvuru/patent sahibinin patent konusu üzerinde hakkı olmadığına veya patentlenebilirlik için gerekli diğer şartların karşılanmadığına ilişkin itirazları kabul edebilmektedirler. Bu tip itirazlara buluşa dayanak gösterilen yabancı kaynaklara ilişkin bilgilerin sunulmadığı, buluşta kullanılan biyolojik materyalin kaynağının veya coğrafi kökeninin açıklanmadığı veya temel formalitelere uyulmadığı şeklindeki itirazlar örnek olarak verilebilir.

• İncelemeye yetkili birim: İtiraz bir itiraz birimi tarafından veya özel olarak kurulmuş -teknik ve hukukçu uzmanlardan ya da hakimlerden oluşan- bir itiraz kurulu tarafından değerlendirilebilmektedir.

• Taraf işlemleri: Taraflarca ileri sürülebilecek herhangi bir talebe, taraflara yapılan bildirimlere, taraflarca ileri sürülebilecek itiraz ve argümanlara ve sunulacak delillere, sözlü duruşmaya ve itiraz birimi tarafından verilecek nihai karara yönelik usuli işlemler ülkelerin patent mevzuatlarının yanı sıra hukuk muhakemelerine ilişkin usul kanunlarında yer alan düzenlemelere göre farklılık gösterebilmektedirler.

• İtiraz sürecinin devam etmekte olan patent davalarına etkisi: Bazı ülkelerde itiraz sahibi tarafından ileri sürülen itiraz kapsamının itiraz sahibini sonraki işlemlerinde (söz gelimi patent sahibi aleyhine açabileceği hükümsüzlük davasında) bağlayıcı etkisi vardır. Bazı ülkelerde ise itiraz süreçleri, Mahkemeler tarafından bekletici mesele olarak ele alınmaktadırlar. Bazı ülkelerde ise itiraz ve dava süreçleri birbirlerinden bağımsız ya da paralel olarak takip edilebilmektedirler.

• Karar verme süresi: Bazı ülkelerde itiraz birimi tarafından bir yıl içinde (en çok altı ay kadar uzatabilir) karar verilmesi gerekirken, çoğu ülkede herhangi bir zaman kısıtlamasına tabi olmaksızın karar verilebilecektir.

• Temyiz: Tescil sonrası itiraz prosedürü olan ülkelerin çoğunda itiraz biriminin/kurulunun nihai kararının iptali istemiyle, genellikle, Mahkemeler nezdinde dava açmak mümkündür. Nitekim, bu husus Ticaretle Bağlantılı Fikri Haklar Anlaşması’nın (kısaca “TRIPS” diye) 62/5. maddesinde fikri mülkiyet haklarının kazanılması veya idamesi ile ilgili usuller ile bir Üye’nin yasalarında bu tür usuller hükme bağlandığı takdirde, idari iptal ve itiraz, geri alma gibi taraflar arası işlemlere ilişkin nihai kararların adli merciler veya adli-mercilere benzer makamlar tarafından incelemeye tabi tutulacağı öngörülmek suretiyle teyit edilmiştir. Ülkemizde de SMK’nın 100. maddesi ile aynı Yasa’nın (tescil sonrası itiraz prosedürünü düzenleyen) 99. madde hükmü saklı tutulmak suretiyle tescil sonrası itirazlara ilişkin itiraz biriminin verdiği nihai karara karşı iptal davası açma imkânı tanınmıştır.

II. Tescil Sonrası İtiraz Prosedürünün Avantaj ve Dezavantajları

Buraya kadar bahsetmiş olduğumuz tescil sonrası itiraz prosedürlerindeki farklılıklardan başka bu prosedürün taraflara -özellikle yargılama süreci ile itiraz sürecinin birlikte ele alındığı durumlarda- sağladığı avantaj ve dezavantajlara da kısaca değinmekte yarar vardır.

A. Avantajları

Amerikan Patent Yasası’nda (“The Leahy-Smith America Invents Act/AIA”) ve Avrupa Patent Konvansiyonu’nda (“European Patent Convention/EPC”) öngörüldüğü gibi tescil sonrası itiraz prosedürü ile verilen patent kalitesinin artırıldığı ve gereksiz yargılama masraflarından kaçınıldığı çok daha verimli ve hızlı bir patent sistemine sahip olmak amaçlanmaktadır. Hal böyle olunca tescil sonrası itiraz prosedürü ile ilgili olarak aşağıdaki temel yararlardan ve avantajlardan bahsedilebilecektir.

Tescil sonrasında itiraz prosedürüne başvurulmasının başlıca nedenlerinden biri patentin tescil edildiği haliyle korunması halinde itiraz sahibinin mahrum kalabileceği faaliyet serbestisini ona kazandırmaktır. Başka bir deyişle, tescil sonrası itiraz prosedürü, itiraz sahibinin ticaret sahasında karşısına çıkabilecek tehditleri, ilgili teknik alanda dosyalanan patent başvurularının tescilden sonra sınırlandırılmak ya da hükümden düşürülmek suretiyle ortadan kaldırılmasını sağlayan bir mekanizma olarak nitelendirilebilecektir.

Tescil sonrası itiraz prosedürü patent sahibinin portföyünde bulunan diğer patentlerinin de konu edildiği lisanslama görüşmelerinde bir pazarlık aracı olarak kullanılabilecektir. Benzer şekilde, itiraz prosedürleri salt patent sahibinin üzerinde baskı kurmak amacıyla da kullanılabilecektir. Ayrıca, tescil sonrası itiraz süreci, patent sahibi tarafından itiraz sahibi aleyhine açılan bir tecavüz ya da itiraz sahibi tarafından onun aleyhine açılmış bir hükümsüzlük davası ile paralel olarak devam etmekte ise ve bu sürecin patentin hükümsüzlüğü ya da değiştirilmesi ile sonuçlanması halinde itiraz sahibine çok önemli bir stratejik avantaj sağlayacak ve finansal açıdan tasarruf etmesine vesile olacaktır.

Öte yandan, tescil sonrası itiraz sürecine gelindiğinde patentin geçerli olduğuna dair yerleşik bir kanı/olumlu bir önyargı henüz oluşmamıştır. Dolayısıyla, itiraz sahibi patentin verilmesine karar veren Patent Ofisi’ne itiraz nedenlerini kanıtlamaya elverişli açık ve ikna edici deliller sunması halinde -sonradan dava açmasına gerek olmaksızın- itirazında başarılı olabilecektir. Oysa aynı itirazlar bir patent yargılamasında ileri sürüldüğünde uzun araştırma ve inceleme prosedürlerinden başarı ile geçmiş olan güçlü bir patentin olduğu var sayılabilecek ve itirazların/iddiaların kanıtlanması bu varsayım nedeniyle görece olarak güçleşecektir.

Genellikle yargılama süreçlerinde istemler kural olarak dar yorumlanmaktalar iken tescil sonrası itiraz prosedürlerinde istemler -sürecin sonunda patent kapsamı daraltılarak dahi olsa değiştirilebileceklerinden- (makul ölçülerde) daha geniş yorumlanabilmektedirler, bu da önceki teknik karşısında buluşun koruma kapsamını itiraz sürecinde daha kırılgan hale getirebilmektedir.

B. Dezavantajları

Yukarıda da söz ettiğimiz gibi tescil sonrası itiraz prosedürüyle yargılama sürecine kıyasla daha az maliyetli, hızlı ve verimli bir sürece kavuşulması hedeflenmektedir. Hız açısından EPO pratiği dikkate alındığında kimi zaman hedeflenen ve görece kısaltılarak belirlenmiş olan süreleri aşılan tescil sonrası itiraz prosedürleri, EPO’ya üye ülkelerde paralel olarak devam eden patent yargılamalarından daha uzun sürebilmektedirler. Ancak bu durum dahi tek başına tescil sonrası itiraz prosedürünün içinde barındırdığı söz konusu avantajı ortadan kaldırmamaktadır.

Bundan ayrı olarak tescil sonrası itiraz prosedürü, olası bir patente tecavüz davasının açılmasını engellemek ya da açılmış olsa dahi Mahkeme tarafından askıya alınmasını sağlamak bakımından etkin bir prosedür olarak değerlendirilebilecektir. Anılan prosedürün bu özelliği aynı dönemde açılması olası olan bir patente tecavüz davası kapsamında patent sahibi tarafından dava öncesinde veya sonrasında talep edilebilecek olan (patente tecavüz ile suçlanan ürünlere el konularak toplatılmasına ilişkin) ihtiyati tedbir kararının -tescil sonrası itiraz sürecinin devam etmekte olması nedeniyle- reddine dahi neden olabilecektir.

Diğer yandan, tescil sonrası itiraz prosedürü özellikle başarılı olan itirazlar bakımından itiraz edenin rakiplerinin ilgili teknik alana hücum etmesine de neden olabilmektedir; bu da anılan prosedürün itiraz eden açısından yol açabileceği dezavantajlardan biridir. Bundan dolayı, bazı durumlarda, rakiplerin ilgili teknik alana girmelerini engellemek için patente itiraz etmemek daha tercihe şayan olabilecektir.

Tescil sonrası itiraz prosedürü, Marka ve Patent Ofisi’nde her biri farklı bir teknik alanda yetkin olan ve hukuki yorum yapabilen yeterli sayıda uzmandan oluşan bir itiraz biriminin teşekkül ettirilmiş olması halinde kendisinden beklenen faydayı sağlayabilecektir. Aksi halde gerekli teknik yetkinlikten yoksun olan bir itiraz birimi itiraz eden açısından faydadan çok zarar yaratacaktır.

Bazı ülke patent sistemlerinde (örn. Amerika) itiraz sahibi, tescil sonrası itiraz prosedüründe ileri sürdüğü ve hatta kendisinden bu süreçte ileri sürmesinin beklenebileceği itirazları daha sonra yargılama sürecinde ileri sürememektedir. Buna “estoppel etkisi” denilmektedir. Buna karşın EPO’da geçerli olan tescil sonrası itiraz sürecinde bu etki söz konusu değildir. Bu nedenle, SMK’ya EPC’den iktibas edilen tescil sonrası itiraz prosedüründe de estoppel etkisinin -henüz pratikte emsal teşkil edebilecek bir olaya rastlanılmamış olsa bile- söz konusu olmayacağı düşünülmektedir.

EPC’de düzenlenen (ve muhtemelen tescil sonrası itiraz prosedürü ile ilgili uygulama yönetmeliği çıkartıldığında Türk patent sisteminde de olacaktır.) tescil sonrası itiraz sürecinde taraflar uzlaşabilir ve itiraz sahibinin itirazını geri çekmesinde mutabık kalabilirler. Ancak bu durum itiraz sürecini tam olarak sonlandırmaz. Öyle ki, itiraz birimi tarafların bu kararı ile bağlı değildir ve kendine özgü nedenlerle patentin daraltılarak değiştirilmesine veya hükümsüzlüğüne karar verebilir[3]. Bu da anılan prosedürün geçerli olduğu sistemden sisteme göre değişebilecek dezavantajlı yanlarından biridir.

Görüldüğü gibi tescil sonrası itiraz prosedürü -çok da kazuistik olmayan bir analizden sonra bile- kendi içinde oldukça stratejik bir bakış açısıyla ele alınması gereken sui generis bir süreç olup, bu prosedürün avantajları olduğu kadar dezavantajları da vardır.

Ülkemizde ise anılan prosedür yukarıda da belirttiğimiz gibi 17.01.2017 yılında yürürlüğe giren SMK ile EPC hükümleri iktibas edilmek suretiyle vazedilmiştir. Tescil sonrası itiraz prosedürü SMK’nın 99. maddesinde düzenlenmiş, itiraz ve itirazın incelenmesine ilişkin usul ve esasların sonradan çıkartılacak bir yönetmelik ile belirleneceği öngörülmüştür. Ne var ki SMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten bugüne değin anılan prosedüre yönelik böyle bir yönetmelik düzenlenmemiştir. Anılan prosedürün detaylarına burada girilmeyecektir. Merak edenler https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.6769.pdf linkinden SMK md. 99’u inceleyebilirler.

III. Tescil Sonrası İtiraz Prosedürünün SMK ve EPC Arasında Mevcut Olan Çelişki Yönünden İncelenmesi

Tescil sonrası itiraz prosedürü ile ilgili olarak SMK’daki düzenleme ile EPC’deki düzenleme arasında benzerlikler olduğu kadar farklılıklar da bulunmakla birlikte bu makale kapsamında esas amacımız -özellikle EPC yoluyla tescil edilmiş Avrupa Patentlerinin Türkiye’de valide edilmelerini takiben EPO nezdinde tescil sonrası itiraz prosedürüne tabi tutulan ve Türkiye’de de eş zamanlı olarak hükümsüzlük davasına konu edilen patentlere yönelik- uygulamada henüz tartışmalı olan bir hususa -buraya kadar değindiğimiz sistem farklılıkları ile avantaj ve dezavantajlarının bir uzantısı olarak- değinmektir.

Avrupa patenti Türkiye’de valide edilmiş[4] olan bir kişi, EPO önünde devam etmekte olan itiraz/temyiz sürecinin, Türkiye’de anılan patente dayalı olarak üçüncü kişiler aleyhine başlatmış olduğu yasal girişim/lerin ya da patenti aleyhine açılmış olan hükümsüzlük davasının akıbetine olan etkisi konusunda -sürecin başından itibaren- yasal bir öngörüye ne yazık ki sahip olamamaktadır.

Bu da Türkiye’de valide edilmiş olan bir Avrupa patentine dayalı olarak bir yandan üçüncü kişiler aleyhine yasal girişimlerde bulunan diğer yandan patenti aleyhine hükümsüzlük davası açılmış olan kişinin patentine Yasalarca sağlanan meşru korumayı/tekeli zayıflatmakta ve dahası kuşkulu hale getirmektedir.

Bu bağlamda SMK md. 138/2’e göre aynı Yasa’nın 99. maddesine atıfla Türk Patent ve Marka Kurumu (“TPMK”) nezdinde devam eden tescil sonrası itiraz prosedürü, onunla aynı dönemde görülmekte olan hükümsüzlük davasında bekletici mesele sayılacak ve itiraz prosedürü sonuçlandırılıp itiraz birimi tarafından verilen karar Resmi Bülten’de yayımlanana kadar hükümsüzlük talebine yönelik bir karar tesis edilemeyecektir.

Buna karşılık SMK’da, Türkiye’de valide edilen ve EPO’da tescil sonrası itiraz prosedürü devam eden (ya da EPC uyarınca patent sahibi tarafından geçerlilik süresince sınırlandırılabilecek olan) bir Avrupa patenti ile ilgili olarak -SMK ve EPC arasında mevcut olan düzenleme farklılıkları dolayısıyla paralel olarak yürütülen süreçlerden doğabilecek mübayenetleri önlemeye elverişli- herhangi bir düzenleme yer almadığından bu süreç devam ederken Türkiye’de anılan patente karşı hükümsüzlük davası açılması halinde EPO’daki sürecin bu davanın akıbetini -yargılamanın devamı ya da askıya alınması anlamında- nasıl etkileyeceği belirsizdir.

Kaldı ki; SMK’nın 103. maddesine göre Türkiye’de tescil süreci devam ederken istemleri daraltılarak değiştirilebilecek olan bir patent, tescil süreci sona erdikten sonra -hiçbir aşamada- sınırlandırılamayacak/daraltılarak değiştirilemeyecektir. SMK’da durum böyle iken EPC’nin 105a ve 105b. maddeleri uyarınca patent sahibinin talebi üzerine bir Avrupa patenti koruma süresi boyunca her zaman sınırlandırılabilecek veya geri çekilebilecektir. EPC ve SMK arasında ortaya çıkan bu çelişkili durum tescil sonrası itiraz prosedüründen beklenen faydayı da önemli ölçüde azaltmaktadır.

Hal böyle iken, bir Avrupa patenti Türkiye’de valide edildikten sonra Türkiye’de verilmiş olan bir ulusal patente dönüşmektedir. Bu da anılan patentin EPC’ye göre daha kısıtlı imkanlar sağlayan SMK hükümlerine tabi tutulması gerektiği anlamına gelmektedir. Buna karşın, EPO’da tescil edilmiş olan bir patentin istemlerinde tescil sonrasında yapılabilecek herhangi bir değişiklik ya da patentin hükümsüzlüğüne yol açabilecek karar veya sınırlandırma Türkiye’de valide edilmiş olan bu patentin akıbetini de “Avrupa Patentlerinin Verilmesi ile İlgili Avrupa Patent Sözleşmesinin Türkiye’de Uygulama Şeklini Gösterir Yönetmelik” hükümleri gereğince doğrudan etkilemesi gerekirken uygulamada Mahkemeler tarafından EPC’nin 105a ve 105b. maddelerindeki düzenlemeler SMK’ya aktarılmadığından mevcut iç hukuk hükümlerine ağırlık verilerek aksi yönde kararlar verilebilmektedir.

Böylelikle EPC uyarınca her zaman sınırlandırılabilecek olan bir patent, Türkiye’de valide edilmesi sonucunda tescil süreci sona ermiş bir ulusal patent olarak kabul edileceğinden ve bu nedenle, SMK uyarınca sınırlandırılamayacağından ortaya giderilmesi gereken çelişkili bir durum çıkmaktadır.

Bu çelişki ilk bakışta EPC’nin Türkiye tarafından onaylanmasını takiben Anayasa’nın 90. maddesi uyarınca kanun hükmünü kazanmış (ve hatta normlar hiyerarşisi bakımından yasalar üstü bir düzenleme haline gelmiş) olması nedeniyle Türkiye’de valide edilerek ulusal patente dönüşmüş ve EPO’da eş zamanlı olarak EPC hükümleri uyarınca tescil sonrası itiraza uğramasını takiben ya da sonradan patent sahibince sınırlandırılmış olan bir patentin, Türkiye’de hükümsüzlük davasına konu edilmiş olsa bile sınırlandırılması gerekeceği ileri sürülerek giderilebilecektir. Ancak içtihat hukukumuzda durum farklıdır.

Bu nedenle de Türkiye’de, söz konusu çelişkinin patent sahibinin aleyhine sonuç doğurmasının önüne geçilmesi amacıyla EPO’da devam eden tescil sonrası itiraz prosedürünün ülkemizde valide edilmiş olan (Avrupa) patentin hükümsüzlüğü istemiyle Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemeleri önünde açılmış olan davada bekletici mesele sayılması talebi sıklıkla ileri sürülmekte ancak Mahkemeler tarafından farklı kararlar verildiğinden ne yazık ki bu konuda da yerleşik bir uygulamaya geçildiğinden söz edilememektedir.

Bu bağlamda yeri gelmişken belirtelim ki, patentin değiştirilmesi ya da sınırlandırılması imkanının patent sahibine tanınmış olmasının en önemli avantajı, patent sahibinin bu sayede -ilk haline kıyasla koruma kapsamı sınırlandırılacak olsa bile- ilk haliyle kalmış olsa reddedilecek olan patentini tescil ettirebilmesine olanak sağlamasıdır. Bu olanağın EPC’de tescil süreci sona erdikten sonra da sağlanmış olması patent sahibinin aleyhine açılmış bir hükümsüzlük davasında da patentini sınırlandırmak suretiyle patentini ayakta tutmayı başarmasına imkân vermektedir.

Oysa SMK uyarınca tescil sonrasında bir patentin sınırlandırılması mümkün olmadığından patent sahibinin aleyhine açılmış olan bir hükümsüzlük davasında patentini tümüyle kaybetmesi söz konusu olabilecektir. Bu da patent sahibi üzerinde özellikle Türkiye’de valide edilmiş bir Avrupa patenti açısından -EPC’deki elverişli hükümlerin uygulanması konusunda mahkemeler tarafından birbiri ile çelişik kararlar verilebildiğinden- ister istemez baskı yaratacaktır.

Bir başka açıdan -kural olarak bir patentin tescil edildiği halinin sınırlandırılması aynı zamanda koruma kapsamının da daraltılmış olması anlamına geleceğinden ve bunun sonucunda patentlenebilirlik kriterleri (yenilik ve buluş basamağı kriterleri) üçüncü kişilerce daha kolay bir biçimde ortadan kaldırılabileceğinden- üçüncü kişiler SMK’daki bu eksikliği fırsata çevirerek hükümsüzlük davası öncesinde patentin, tescil sonrası itiraz prosedürü kapsamında sınırlandırılması için itiraz edecek ve şayet bu itiraz sonucunda patent sınırlandırılır ise açacağı hükümsüzlük davasında başarılı olma şansını artırabilecektir.

Dolayısıyla, patentin yaşam döngüsü boyunca patent sahibi tarafından -sınırlı sayıda da olsa- sınırlandırılmasına ya da değiştirilmesine cevaz veren hükümler SMK’ya adapte edilmediği sürece tescil sonrası itiraz prosedürü varlık nedenine ters düşecek şekilde kullanılabilecek ve patent sahibini -özellikle Türkiye’de valide edilmiş EPC çıkışlı (Avrupa) patenti bakımından- oldukça güç bir durumda bırakabilecektir.

Tüm bu açıklamalarımızdan da anlaşılacağı gibi patentlerle ilgili tescil sonrası itiraz prosedürleri, tescil ve hükümsüzlük prosedürlerine uygulanan yasal düzenlemelerdeki farklılıklara bağlı olarak üçüncü kişiler ve patent sahipleri açısından özellikle stratejik açıdan önem arz eden avantajlı ya da dezavantajlı sonuçlara yol açabileceklerdir. Dolayısıyla yerine ve uygulanma biçimine göre bu farklılıklar ilgili taraflar açısından kimi zaman avantaj yaratabilecekler iken kimi zaman da onları dezavantajlı konuma sokabileceklerdir. Türkiye’de amir olan tescil sonrası itiraz prosedürüne ilişkin yukarıda bahsetmiş olduğumuz konu özelinde dezavantaj doğuran SMK hükümleri de buna oldukça iyi ve nispeten güncel bir örnek teşkil etmesi bakımından büyük bir önem arz etmektedir.

 

[1] Özden&Güçlü Hukuk bürosunun kurucu ortaklarından olup, uzmanlık alanı olan fikri mülkiyet hukuku alanında avukatlık mesleğini ve çeşitli Üniversitelerde yarı zamanlı öğretim üyeliği görevini icra etmektedir. (onder@onderozden.av.tr – info@ozdenguclulegal.com, www.ozdenguclulegal.com)

[2] https://www.wipo.int/export/sites/www/scp/en/revocation_mechanisms/revocation_mechanisms_summary.pdf

[3] EPC, supra note 25, at art. 114(1).

[4] Bu terimden bir Avrupa patentinin tescil edildiği tarihten sonra EPC’de ve Türkiye’de EPC’nin uygulanmasını gösteren Yönetmelikte öngörülen usuli koşulların yerine getirilmesini takiben Türkiye’de ulusal aşamaya geçerek ulusal patente dönüşmesi kastedilmektedir.).